Su, hayatın en temel kaynağı olarak tüm canlıların varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Suyun olmadığı bir dünyada yaşamın devam etmesi mümkün değildir. Bu yüzden su, yalnızca fiziksel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda varoluşumuzun temel taşıdır. İnsan bedeni sudan oluşur, bitkiler su ile yeşerir, hayvanlar su ile can bulur. Ancak bu kadar önemli bir kaynağın bu denli kolay tüketilmesi gerçekten düşündürücüdür. Gözümüzün önünde hayati bir değeri kaybediyoruz. Suyu yalnızca içtiğimiz bir madde olarak değil, yaşamın ta kendisi olarak görmeliyiz.
Günümüzde ne yazık ki su, her geçen gün bilinçsizce ve umursamazca israf ediliyor. Birçok kişi musluğu açık bırakmayı, uzun uzun duş almayı ya da gereksiz yere araba yıkamayı sıradan bir davranış gibi görüyor. Oysa bu küçük gibi görünen alışkanlıklar büyük kayıplara yol açıyor. Özellikle şehirlerde su tüketimi kontrolden çıkmış durumda. Herkes “Benim yaptığım ne fark eder ki?” diye düşünüyor ama herkesin yaptığı birleşince koca nehirler kuruyor. Su, sınırsız bir kaynak değildir. Bu gerçeği görmek için illa susuz kalmayı beklememeliyiz.
Su israfı yalnızca doğal kaynakların tükenmesine yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda gelecek nesillerin temiz suya erişim hakkını da ciddi şekilde tehdit ediyor. Bugün yaptığımız yanlışların bedelini çocuklarımız ve torunlarımız ödeyecek. Şu anki rahatlığımız, onların susuzluğu anlamına gelebilir. Bir gün torunlarımız “Bunu neden durdurmadınız?” diye sorduğunda cevabımız olmayacak. Geleceği düşünen bir toplum, bugünü sorumlu yaşar. Temiz su bir insan hakkıdır ve bu hakkı şimdiden korumamız gerekir. Her damla, yarın için yatırımdır.
Dünya, su krizi ile baş başa kalmış durumda. UNICEF’e göre bugün dört milyar insan, yılda en az bir ay şiddetli su kıtlığı yaşıyor ve bu sayı her geçen yıl artıyor. Afrika’da, Asya’da, hatta Avrupa’da bile milyonlarca insan temiz suya ulaşamıyor. 2030’a kadar 700 milyon insanın sadece su bulabilmek için göç etmek zorunda kalacağı tahmin ediliyor. Suya erişim artık temel bir insan hakkı olmaktan çıkıp, bir ayrıcalığa dönüşmeye başladı. Bu tablo, gelecekte bizi bekleyen tehlikenin sadece küçük bir ön izlemesidir. Göz göre göre gelen bu felakete kayıtsız kalmak artık mümkün değil.
Türkiye, çoğu kişinin sandığının aksine su kaynakları bakımından zengin bir ülke değil. Bu, acı ama gerçek bir durumdur. Ülkemizde daha yakın bir tarihe kadar 250 gölden 186’sı kurumuştur. Bu dramatik tablo, suyun ne kadar kıymetli olduğunu gözler önüne seriyor. Tarımda ve sanayideki su israfı, durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Su kaynaklarımız sınırlı ve giderek azalıyor; barajların doluluk oranı mevsimlere göre değişken, kuraklık riski her geçen yıl artıyor. Gerçeklerle yüzleşmeden ve çözüm üretmeden bu durumu aşmamız mümkün değil.
Her damla su yalnızca çevreyi değil, tüm toplumları doğrudan etkiler. Bir damla su, bir tarlayı yeşertir, bir aileyi doyurur, bir çocuğu hayata bağlar. Susuzluk ise açlık, hastalık ve göç demektir. Su, sadece bireylerin değil, toplumların da refahını belirler. Tarım, sanayi, sağlık; her şey suya bağlıdır. Bir köyde su biterse insanlar şehre göç eder; şehirde su biterse hayat durur. Bu yüzden suyu korumak, sadece çevre meselesi değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Peki, suyun bu kadar değerli olduğu bir dünyada neden hâlâ gereksiz yere harcamakta ve israf etmekte ısrarcıyız? Çünkü çoğu zaman tehlikeyi yeterince yakınımızda hissetmiyoruz. Musluktan su akmaya devam ettikçe, kuraklığın bir gün bizi de vurabileceğini unutuyoruz. Oysa bu rahatlık çok geçmeden yerini çaresizliğe bırakabilir. İnsan, elindekinin kıymetini kaybedince anlar derler; ne yazık ki su için de bu geçerli. Bugün bir damla suyu umursamadan akıtanlar, yarın o damla için kuyruğa girmek zorunda kalabilir. Bu sorumsuz tavır, sadece bireysel bir mesele değil, hepimizi ilgilendiren büyük bir sorun haline gelmiş durumda.
Suyu korumak hepimizin üzerine düşen bir görevdir ve artık daha fazla bahaneye sığınamayız. “Benim yaptığım ne kadar ki?” demek, sorunu başkasına atmak olur. Her bir damla birleştiğinde nehirler oluşur; ama her bir damla kaybolduğunda çöller büyür. Musluğu kapatmak, suyu tasarruflu kullanmak, bahçeyi akşam sulamak… Bunlar herkesin yapabileceği basit ama etkili adımlardır. Okullarda, iş yerlerinde, mahallelerde bu bilinci yaymalıyız. Devletler, şirketler, bireyler; hepimiz bu sorumluluğu paylaşmalıyız. Suyu korumak, yalnızca çevre için değil, insanlık için bir borçtur.
Mad Max filminde insanlar, su krizi ile mücadele edip bir damla su için hayatlarını riske atıyor; belki de o karanlık gelecek, sandığımızdan çok daha yakın. Kuruyan göller, çöllere dönüşen bölgeler, bu kıyamet senaryosunun dünyamızda yavaşça gerçek olmaya başlaması, iç karartıcı bir tabloyu gözler önüne seriyor. Son yıllarda yaşanan kuraklıklar ve suya erişim mücadelesi, iklim değişikliğinin en belirgin sonuçlarından biridir. Bu, yalnızca uzak ülkelerin değil, bizim de geleceğimizi tehdit eden bir sorun. İnsanlar su için savaşmaya başlamışken, çoğumuzun hâlâ suyun değerini tam anlamadığını görmek trajik bir gerçektir. O filmdeki gibi bir geleceğe doğru hızla ilerlerken, bizler daha fazla kaynağımız tükenmeden harekete geçmeliyiz. Bu, yalnızca hayatta kalma değil, gezegenimizin de hayatta kalma mücadelesidir.
Sonuç olarak, su israfı küresel bir krizin habercisidir; eğer şimdi önlem almazsak, insanlık susuz bir geleceğin pençesinde çaresiz kalabilir. Su, yalnızca bir yaşam kaynağı değil, aynı zamanda medeniyetin temel taşıdır. Gelecek nesiller, su kaynaklarının tükenmiş olduğu bir dünyada var olmanın mücadelesini verecek. Bugünden başlayarak suyun değerini anlamalı ve her damlasını korumalıyız. Sadece bireysel değil, toplumsal olarak da bu farkındalığı oluşturmalı ve birlikte hareket etmeliyiz. Su, bir kez kaybolduğunda geri getirilmesi imkansız bir kayıp olacaktır; bu yüzden her anı değerlendirmeliyiz. Bu krizle yüzleşmek, geleceğe karşı en önemli sorumluluğumuzdur ve hepimizin bu sorumluluğu taşıması gerekir.
Unutmayalım: Suyu bilinçli kullanmak geleceğe açılan bir umuttur. El ele verirsek, susuz yarını hep birlikte engelleyebiliriz.